Obsesyon
Bu Makaledeki Başlıklar
Latince ‘obsidere’ (kuşatılmak, ele geçirilmek) sözcüğünden türetilmiştir. Kişinin kendisini belli bir zihin içeriğinden kurtaramamasına işaret eder (yineleyici ve sürekli olması). Bu zihin içeriği; bir düşünce, dürtü, zorlanma, düşlem ya da bunların karışımından oluşan bir biçimde yaşanabilir. Sahip olmak istemediği bu zorla ve istenmeden geliyor gibi yaşanan deneyimin varlığı ile belirgin rahatsızlık/kaygı duyan kişi; bu deneyimi uzaklaştırmaya, düşünmemeye, yokmuş gibi davranmaya çalışarak ya da kompulsif eylemler yoluyla zihin dünyasını kuşatan bu düşünce, hayal ya da zorlamaların olumsuz etkisinden kurtulmaya uğraşır.
Kompulsiyon
Latincede ‘zorlanmış, köşeye sıkışmış’ anlamlarına gelen ‘compellere’ sözcüğünden türemiştir. Kompulsiyonlar bir obsesyonun yarattığı rahatsızlığı, kaygıyı gidermek, bazı korkulan olay ve durumların olmasını önlemek üzere yapılan tekrarlayıcı davranışlar ya da zihinsel eylemlerdir.
Kişinin varlığı karşısında pasif bir durumda olduğu bir obsesyonun yarattığı rahatsızlık karşısında, tekrarlayıcı bir şekilde belli bir eylemi yapmaktan kendini alıkoyamadığı aktif bir duruma işaret eder. Bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, etkisizleştirilmek ya da korunmak istenen şeylerle gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da açıkça aşırı düzeydedir.
Obsesif kompulsif bozuklukta içgörü üç şekilde olabilir: İç görüsü iyi olan kişi inanışlarının gerçek olmadığının farkındadır. Buna karşılık iç görüsü kötü olan kişi inanışlarının “olasılıkla”gerçek olduğunu düşünür. Farklı olarak, iç görüsü olmayan/sanrısal inanışları olan kişi ise inanışlarının gerçek olduğuna “kesin olarak” inanmaktadır.
Psikanalitik Kuramda Saplantı Nevrozu
19. yüzyıl sonunda, obsesif kompulsif bozukluk hakkında ilk bilimsel hipotezleri ortaya atan kişi Sigmund Freud’dur. OKB Freud’dan çok önceleri de tanımlandı, ama ayrı bir nozografik kategori olmaktan çok, mental dejenerasyon veya Janet’nin öne sürdüğü gibi, psişik zayıflıkla açıklanmıştı. Freud’a göre bu hastalık, nörozların prototipi ve psikanalizin en ilgi çekici ve verimli alanlarından biriydi. Bu konuda diğer hastalıklarla kıyasla daha fazla yayını mevcut olan Freud’un obsesyonel nöroz üzerine 14 eseri bulunmaktadır.
Freud’un yüz yıl önce OKB ile ilgili yapmış olduğu anlatımlardan bir alıntı:
“Hastanın zihni gerçekte kendisini hiç ilgilendirmeyen düşüncelerle doludur ve kendisine yabancı gelen dürtüler hissetmektedir; arada bir karşı duramadığı eylemlere geçmek zorunda kalır.
Zihnine takılan bu düşünceler ‘obsesyonlar’ hasta için hiçbir anlam taşımadığı gibi, çoğu kez kendisine de saçma gelir.
Bu düşünceler aslanda hiçbir zaman eyleme dönüşmezse de, hastanın, bu düşünceleri anımsatan durumlardan sürekli kaçmasına neden olurlar.
Hastanın kendi istemi dışında yaptığı davranışlar, günlük yaşamın olağan etkinlikleri olan yıkanma gibi eylemlerin abartılmış ve törensel biçimlerinden öteye gitmez; ne var ki, obsesif eylem veya kompulsiyon denilen bu zararsız davranışlar kişinin istemi dışında yapılırlar.”
Melanie Klein’a (1940) göre, obsesif semptomatoloji bir tamir gayretidir.
Mallinger ve Salzman gibi yakın dönem araştırmacılar, obsesiflerin yaşamlarının her alanında kontrol ihtiyacının hakim olduğu görüşünü vurguluyorlar. Mallinger, hastalığın belirtilerinin, kontrol çabası yetersiz kaldığında ortaya çıktığını ve bu obsesif kontrol çabasının altında güçsüzlük korkularının yattığını savunur.
Kontrol ihtiyacına gelişimsel bakış açısıyla, çocuğun ana-babasının devamlılığından ve güvenilirliğinden emin olmadığında, tehlike algısının sonucu olarak ortaya çıktığı gözüyle bakılabilir.
Salzman (1985) OKB’nin dinamiğinde öfkeden ziyade utanç, onur kaybı, zayıflık ve yetersizlik duygularının ortaya çıkışını önleme çabasınınolduğunu öne sürmüştür.
Leib (2001), OKB hastalarının analizinde anne-çocuk ilişkisinin incelenmesinin çok önemli olduğunu ve bu hastaların çoğunda omnipotan (tüm-güçlü), despot ve aşırı koruyucu olarak içselleştirilmiş anne tasarımlarıile kurulan ilişkinin hastalığın gelişiminde rol oynadığını tespit etmiştir.
Özellikle ‘bulaşma-temizleme’ alt grubundaki OKB’lerle ilgili görüşleri dikkat çekici olan Meares, Freud’un da önemli bir özellik olarak tanımladığı “düşüncelerin omnipotansının” OKB semptomatolojisindeki temel bozukluk olduğu görüşünü savunur.
Kaynakça
TOPÇUOĞLU, Volkan, et al. Obsesif kompulsif bozuklukta psikanalitik görüşler. Klinik psikiyatri, 2003, 6.1: 46-50.https://scholar.google.com/scholar?