Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB), modern psikiyatri pratiğinde etiyolojisi ağırlıklı olarak nörobiyolojik ve bilişsel-davranışçı modellerle açıklanan ve tedavisi bu doğrultuda planlanan bir anksiyete bozukluğudur. Bilişsel-Davranışçı Terapinin (BDT) semptomların yönetimindeki kanıta dayalı etkinliği tartışılmaz olsa da, psikanalitik kuram, OKB’nin yüzeydeki belirtilerinin ardındaki derin, sembolik anlamı ve kökenleri anlamak için vazgeçilmez bir perspektif sunar. Bu makale, Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB’yi klasik ve modern psikanalitik bakış açısıyla ele almayı amaçlamaktadır. Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB’nin, bireyin bilinçdışı dünyasındaki kabul edilemez dürtüler (id) ile aşırı cezalandırıcı bir üstbenlik (süperego) arasındaki bir çatışmanın ürünü olduğu ve kompulsiyonların, bu çatışmanın yarattığı ezici anksiyeteyle başa çıkmak için ego tarafından geliştirilen ilkel savunma mekanizmaları (özellikle yapma-bozma, karşıt tepki oluşturma ve yalıtma) olduğu tezi incelenecektir. Bu bakış açısı, Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB semptomlarını anlamsız ve ego-distonik (benliğe yabancı) davranışlar yığını olarak değil, bireyin intrapsişik dengesini korumak için bulduğu acı verici ancak anlamlı bir çözüm olarak kavramsallaştırır.
Obsesyon
Latince ‘obsidere’ (kuşatılmak, ele geçirilmek) sözcüğünden türetilmiştir. Kişinin kendisini belli bir zihin içeriğinden kurtaramamasına işaret eder (yineleyici ve sürekli olması). Bu zihin içeriği; bir düşünce, dürtü, zorlanma, düşlem ya da bunların karışımından oluşan bir biçimde yaşanabilir. Sahip olmak istemediği bu zorla ve istenmeden geliyor gibi yaşanan deneyimin varlığı ile belirgin rahatsızlık/kaygı duyan kişi; bu deneyimi uzaklaştırmaya, düşünmemeye, yokmuş gibi davranmaya çalışarak ya da kompulsif eylemler yoluyla zihin dünyasını kuşatan bu düşünce, hayal ya da zorlamaların olumsuz etkisinden kurtulmaya uğraşır.
Kompulsiyon
Latincede ‘zorlanmış, köşeye sıkışmış’ anlamlarına gelen ‘compellere’ sözcüğünden türemiştir. Kompulsiyonlar bir obsesyonun yarattığı rahatsızlığı, kaygıyı gidermek, bazı korkulan olay ve durumların olmasını önlemek üzere yapılan tekrarlayıcı davranışlar ya da zihinsel eylemlerdir.
Kişinin varlığı karşısında pasif bir durumda olduğu bir obsesyonun yarattığı rahatsızlık karşısında, tekrarlayıcı bir şekilde belli bir eylemi yapmaktan kendini alıkoyamadığı aktif bir duruma işaret eder. Bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, etkisizleştirilmek ya da korunmak istenen şeylerle gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da açıkça aşırı düzeydedir.
Obsesif kompulsif bozuklukta içgörü üç şekilde olabilir: İç görüsü iyi olan kişi inanışlarının gerçek olmadığının farkındadır. Buna karşılık iç görüsü kötü olan kişi inanışlarının “olasılıkla”gerçek olduğunu düşünür. Farklı olarak, iç görüsü olmayan/sanrısal inanışları olan kişi ise inanışlarının gerçek olduğuna “kesin olarak” inanmaktadır.

Obsesif Kompulsif Bozukluk
Psikanalitik Kuramda Saplantı Nevrozu
19. yüzyıl sonunda, obsesif kompulsif bozukluk hakkında ilk bilimsel hipotezleri ortaya atan kişi Sigmund Freud’dur. Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB Freud’dan çok önceleri de tanımlandı, ama ayrı bir nozografik kategori olmaktan çok, mental dejenerasyon veya Janet’nin öne sürdüğü gibi, psişik zayıflıkla açıklanmıştı. Freud’a göre bu hastalık, nörozların prototipi ve psikanalizin en ilgi çekici ve verimli alanlarından biriydi. Bu konuda diğer hastalıklarla kıyasla daha fazla yayını mevcut olan Freud’un obsesyonel nöroz üzerine 14 eseri bulunmaktadır.
Freud’un yüz yıl önce OKB ile ilgili yapmış olduğu anlatımlardan bir alıntı:
“Hastanın zihni gerçekte kendisini hiç ilgilendirmeyen düşüncelerle doludur ve kendisine yabancı gelen dürtüler hissetmektedir; arada bir karşı duramadığı eylemlere geçmek zorunda kalır.
Zihnine takılan bu düşünceler ‘obsesyonlar’ hasta için hiçbir anlam taşımadığı gibi, çoğu kez kendisine de saçma gelir.
Bu düşünceler aslanda hiçbir zaman eyleme dönüşmezse de, hastanın, bu düşünceleri anımsatan durumlardan sürekli kaçmasına neden olurlar.
Hastanın kendi istemi dışında yaptığı davranışlar, günlük yaşamın olağan etkinlikleri olan yıkanma gibi eylemlerin abartılmış ve törensel biçimlerinden öteye gitmez; ne var ki, obsesif eylem veya kompulsiyon denilen bu zararsız davranışlar kişinin istemi dışında yapılırlar.”
Melanie Klein’a (1940) göre, obsesif semptomatoloji bir tamir gayretidir.
Mallinger ve Salzman gibi yakın dönem araştırmacılar, obsesiflerin yaşamlarının her alanında kontrol ihtiyacının hakim olduğu görüşünü vurguluyorlar. Mallinger, hastalığın belirtilerinin, kontrol çabası yetersiz kaldığında ortaya çıktığını ve bu obsesif kontrol çabasının altında güçsüzlük korkularının yattığını savunur.
Kontrol ihtiyacına gelişimsel bakış açısıyla, çocuğun ana-babasının devamlılığından ve güvenilirliğinden emin olmadığında, tehlike algısının sonucu olarak ortaya çıktığı gözüyle bakılabilir.
Salzman (1985) Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB’nin dinamiğinde öfkeden ziyade utanç, onur kaybı, zayıflık ve yetersizlik duygularının ortaya çıkışını önleme çabasınınolduğunu öne sürmüştür.
Leib (2001), Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB hastalarının analizinde anne-çocuk ilişkisinin incelenmesinin çok önemli olduğunu ve bu hastaların çoğunda omnipotan (tüm-güçlü), despot ve aşırı koruyucu olarak içselleştirilmiş anne tasarımlarıile kurulan ilişkinin hastalığın gelişiminde rol oynadığını tespit etmiştir.
Özellikle ‘bulaşma-temizleme’ alt grubundaki OKB’lerle ilgili görüşleri dikkat çekici olan Meares, Freud’un da önemli bir özellik olarak tanımladığı “düşüncelerin omnipotansının” OKB semptomatolojisindeki temel bozukluk olduğu görüşünü savunur.
Obsesif-Kompulsif Bozukluğun (OKB) psikanalitik kuram çerçevesinden nasıl anlaşıldığını ve yorumlandığını ele alan bilimsel bir metni aşağıda bulabilirsiniz.
Obsesif-Kompulsif Bozukluğun (OKB) Psikanalitik Kuram Çerçevesinde İncelenmesi:
Yazar: Uzm. Dr. Ali Keyvan, Psikiyatrist
Anahtar Kelimeler: Obsesif-Kompulsif Bozukluk, Psikanaliz, Psikodinamik, Savunma Mekanizmaları, Yapma-Bozma, Anal Dönem, Süperego.
1. Giriş
Çatışma, Savunma ve Anlam
OKB, tekrarlayıcı ve zorlayıcı obsesyonlar (saplantılı düşünceler, dürtüler veya imgeler) ve bu obsesyonların yarattığı sıkıntıyı azaltmak için yapılan kompulsiyonlar (tekrarlayıcı davranışlar veya zihinsel eylemler) ile karakterize bir bozukluktur. Klinik tablo genellikle kirlenme, şüphe, simetri, dini veya cinsel içerikli takıntılarla kendini gösterir. Modern yaklaşımlar bu durumu sıklıkla bir “beyin devresi hastalığı” veya “hatalı öğrenme” ürünü olarak formüle eder. Psikanalitik kuram ise bu “ne?” ve “nasıl?” sorularının ötesine geçerek, “neden?” sorusuna odaklanır: Neden bu spesifik düşünce? Neden bu anlamsız gibi görünen ritüel? Bu perspektif, semptomun ardındaki bireysel tarihi ve bilinçdışı dramı aydınlatmayı hedefler.
2. OKB’nin Psikanalitik Formülasyonu
2.1. Temel Çatışma: Dürtü (İd) ve Vicdan (Süperego)
Psikanalitik kurama göre OKB, yapısal modeldeki üç temel yapı arasındaki şiddetli bir iç savaşın sonucudur:
- 
İd: Cinsellik ve saldırganlık gibi toplum tarafından kabul görmeyen, ham ve ilkel dürtülerin kaynağıdır. Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB’deki obsesyonlar, tam olarak bu bastırılmış id dürtülerinin kılık değiştirerek bilinç düzeyine sızmasıdır. Örneğin, dindar bir kişinin zihnine gelen küfürlü dini imge veya sevgi dolu bir annenin aklına gelen çocuğuna zarar verme dürtüsü, id’in yasaklanmış talepleridir. 
- 
Süperego: Bireyin içselleştirdiği toplumsal kurallar, ahlaki değerler ve ebeveyn yasaklarından oluşur. Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB hastalarında süperego, aşırı gelişmiş, katı, cezalandırıcı ve acımasızdır. İd’den gelen en ufak bir yasak düşünceyi bile felaket olarak algılar ve bireyi ezici bir suçluluk, utanç ve kirlenmişlik duygusuyla cezalandırır. 
- 
Ego: İd ve süperego arasında arabuluculuk yapmaya çalışan, gerçeklikle uyumu sağlayan yapıdır. Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB’de ego, bu iki devasa gücün baskısı altında zayıf kalır. Süperegonun yarattığı dayanılmaz anksiyeteyle başa çıkabilmek için, ilkel ve sihirli savunma mekanizmalarına başvurur. Bu savunma mekanizmaları ise kompulsiyonlar olarak klinik tabloya yansır. 
2.2. Gelişimsel Kökenler: Anal Dönem Fiksasyonu
Freud, OKB’nin kökenlerini psikoseksüel gelişim basamaklarından biri olan anal döneme (1.5-3 yaş) olan bir saplanmaya (fiksasyon) bağlamıştır. Bu dönem, çocuğun tuvalet eğitimi yoluyla ilk kez dürtülerini (bırakma/tutma) kontrol etmeyi ve toplumsal kurallara uymayı öğrendiği dönemdir. Aşırı baskıcı, katı veya utandırıcı bir tuvalet eğitimi, bu dönemin çatışmalarının (özerklik vs. utanç, kontrol vs. kaos) çözülmemesine neden olur. Bu durum, bireyi “anal karakter” olarak tanımlanan kişilik özelliklerine (aşırı düzenlilik, titizlik, inatçılık, kararsızlık, cimrilik) yatkın hale getirir. Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB’nin temel temaları olan kontrol, kirlilik, şüphe ve mükemmeliyetçilik, bu dönemin yankılarıdır. Stres altında (örneğin yetişkinlikte cinsel sorumluluklar veya rekabet gibi Oidipal çatışmalarla yüzleşince), birey bu daha ilkel ve kontrol edebildiğini hissettiği anal dönem çatışmalarına geriler (regresyon).
2.3. Savunma Mekanizmaları: Kompulsiyonların Anlamı
Kompulsiyonlar, anlamsız ve rastgele eylemler değildir. Ego’nun, anksiyeteyi kontrol altında tutmak için kullandığı oldukça spesifik ve anlamlı stratejilerdir:
- 
Yapma-Bozma (Undoing): Bu, Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB’nin en karakteristik savunma mekanizmasıdır. Birey, kabul edilemez bir düşünce veya dürtüyü, sihirli bir şekilde “geri almak” veya “etkisizleştirmek” için bir eylemde bulunur. - 
Örnek: Zihninden bir yakınına zarar verme düşüncesi (obsesyon) geçen kişi, bu düşüncenin yaratacağı kötü sonucu “bozmak” için kapıyı üç kez kilitleyip açar (kompulsiyon). Ellerin yıkanması, sadece fiziksel kirden değil, ahlaki olarak “kirli” veya günahkar bir düşünceden arınma ritüelidir. 
 
- 
- 
Karşıt Tepki Oluşturma (Reaction Formation): Birey, sahip olduğu kabul edilemez dürtünün tam tersi yönde bir tutum veya davranış geliştirir. - 
Örnek: Aşırı saldırganlık dürtüleri olan bir kişi, aşırı nazik, kibar ve kimseyi incitmemeye özen gösteren birine dönüşebilir. Kirlenme obsesyonu olan birinin aşırı titiz olması bu mekanizmanın bir ürünüdür. 
 
- 
- 
Duygulanımın Yalıtılması (Isolation of Affect): Bu mekanizma sayesinde hasta, en korkunç obsesif düşüncelerini (örneğin, “çocuğumu balkondan atma fikri aklıma geliyor”) sanki bir başkasının hikayesini anlatıyormuş gibi duygusuz bir tonda anlatabilir. Düşünce bilinçtedir, ancak düşüncenin eşlik etmesi gereken dehşet, korku veya anksiyete gibi duygular (afekt) ondan yalıtılmıştır. Bu yalıtılmış anksiyete, kompulsif ritüele bağlanır. 
3. Klinik Yansımalar ve Terapi Süreci
Psikanalitik psikoterapi, BDT’den farklı olarak, doğrudan semptomu ortadan kaldırmaya odaklanmaz. Amaç, semptomun ardındaki anlamı çözmek, bilinçdışı çatışmayı bilince getirmek ve egoyu güçlendirmektir. Terapist, hastanın obsesyonlarının altında yatan bastırılmış öfkeyi, cinsel arzuları veya suçluluk duygularını keşfetmesine yardımcı olur. Hasta, kompulsiyonlarını anksiyeteden kaçmak için kullandığı ilkel bir yöntem olarak tanıdıkça, daha olgun başa çıkma yöntemleri geliştirmeye başlar. Terapi sürecinde gelişen aktarım (transference) ilişkisi, hastanın erken dönem ebeveyn figürleriyle yaşadığı kontrol ve özerklik çatışmalarını yeniden canlandırır ve bu çatışmaların terapötik ortamda yeniden işlenmesine olanak tanır.
4. Sonuç
Psikanalitik kuram, OKB’yi “bozuk” bir mekanizmanın ürünü olarak değil, ezici bir içsel çatışmaya karşı geliştirilmiş, trajik ve acı verici bir “çözüm” olarak görür. Obsesyonlar yasaklanmış arzulardır; kompulsiyonlar ise bu arzuların yarattığı suçluluğa ve anksiyeteye karşı sihirli birer panzehirdir. Her ne kadar günümüz tedavi kılavuzlarında öncelikli olmasa da, psikanalitik bakış açısı, OKB hastasının iç dünyasının derinliğini ve semptomlarının kişisel anlamını kavramada, böylece tedaviyi daha bütüncül bir çerçeveye oturtmada klinisyenler için paha biçilmez bir zenginlik sunmaktadır.
Kaynakça
TOPÇUOĞLU, Volkan, et al. Obsesif kompulsif bozuklukta psikanalitik görüşler. Klinik psikiyatri, 2003, 6.1: 46-50.https://scholar.google.com/scholar?







